YAŞAMDA ÖZGÜRLÜK VE YANLIZLIK

YAŞAMDA ÖZGÜRLÜK VE YANLIZLIK
yanlız özgürlük

25 Mayıs 2010 Salı



Bir şey yap .. Güzel olsun,Çok mu zor? O vakit güzel bir şey söyle, Dilin mi dönmüyor? Güzel bir şey gör, Veya; Güzel bir şey yaz. Beceremez misin? Öyleyse Güzel bir şeye başla... Ama hep güzel seyler olsun,Çünkü "HER İNSAN ÖLECEK YAŞTA..." Geç kalmayasın! ''
Şems-Tebrizi

DUA



Küçük çocuk, deniz kenarında oturmuş, gözlerini de ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hali, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam seke seke onun yanına gidip: - Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika...... değil mi? Küçük çocuk, başını çevirmeden; - Ama rüzgarlı, dedi. Topum denize düşünce sürekleyip götürdü. Adam, çocuğun yanına oturup: - Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi. Ama şimdi adım bile atamıyorum. Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı. Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla: - Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur. Çocuk, büyük bir sevinçle: - Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi? - Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter. Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah'tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgarın aniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük... Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı. Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup: - Avınız inşaAllah iyi geçmiştir!. dedi. Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim. Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip: - Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde "av" diye bir şey kalmadı. - Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin!. Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de "rasgele" derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken: - Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım? - Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk. Bunu yeni öğrendim. Balıkçı, böyle bir sözu ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak: - Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden. Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. Balıkçı, onu çocuğa uzatıp: - Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum. Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama herşey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da... Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp: - Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. Ya dua etmeseydim ne olurdu?

19 Mayıs 2010 Çarşamba



“Eskiler ,ERDEMİN ışığıyla ortalığı aydınlatması için önce,DEVLET, işlerini yoluna koyarlardı.DEVLET işlerini yoluna koyabilmek için önce,EV İŞLERİNİ ,yoluna koyarlardı.EV İŞLERİNİ yoluna koyabilmek için önce,...kendilerine ÇEKİDÜZEN verirlerdi.KENDİLERİNE çekidüzen verebilmek için önce,DÜŞÜNCELERİNİ,yoluna koyarlardı.DÜŞÜNCELERİNİ yoluna koyabilmek içinse önce,bilgi eksikliğini giderirlerdi.”

"Günün birinde yolu bir dergâha düsen kendi halinde bir adam, dergâhta, bir Mevlevi ile bir Bektaşi''nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, nasıl zikir edildiğini izlemek için geldiğini söyler. Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, h...er biri kendi yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır. Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların giysilerine takılır. Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır. Bektaşi'nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır. Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa olduğu için, eller ta bileklere kadar açıktır. Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister. Büyük merakla, önce Mevlevi'ye sorar: "Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel bir sebebi var mı?" Mevlevi hiç beklemediği bu soru karşısında oldukça şaşırır. İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek kollarını daire sekline getirir ve şöyle der: "Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını, ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız." Yanıttan oldukça hoşnut olan adam ayni merakla bu kez Bektaşi''ye döner: "Peki ya siz, pirim? Sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve kısa? Siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?" Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra gülümser ve adama bakarak şöyle der: "Biz mi? Bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur. Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz." ÖZETLE: Seveceksen öylece sev. Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur. Birincisini zaten bulamazsın, ikincisinde ise, bulduğun her kusur, öğrendiğin her ayıp sahibini değil, seni çirkinleştirir. Her ikisi de seni mutsuz eder. Birincisini bulamadığın için, ikincisini ise bulduğun için mutsuz olursun... Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler. [Mevlâna]

10 Mayıs 2010 Pazartesi


Gemi kaptanı bir gece gemisiyle seyir halindeyken , birdenbire önünde bir ışık farkeder ve gelenin kendi gemisiyle aynı doğrultuda olduğunu görür. Hemen telsize yönelir ve gelen geminin rotasını on derece doğuya değiştirmesini isteyerek acil bir mesaj yollar. Birkaç dakika sonra , geri bir mesaj gelir , mesaj " Yapamayız , rotanızı on derece batıya değiştirin" der. Kaptan sinirlenir ve üstü kapalı bir mesaj gönderir " Ben denizci kaptanıyım ve rotanızı değiştirmenizi istiyorum" der. Birkaç dakika sonra mesaja cevap gelir " Ben ikinci sınıf bir denizciyim , dediğinizi yapamam , rotanızı değiştirin." der. Kaptan daha fazla sinirlenmiştir ve hiddetle bir mesaj daha gönderir : " Ben bir savaş gemisiyim ve rotamı değiştirmiyorum." der. Cevap olarak sert bir mesaj gelir : "Ben deniz feneriyim bayım. Siz bilirsiniz , sizin seçiminiz. " Birkaç dakika sonra zaman harcanmış ve gemi rota değiştirmediği için sert bir kayaya çarpar ve batmaya başlar.

İŞTE BİZDE BAZEN BU KAPTAN GİBİ , DİKBAŞLI VE İNATÇI OLABİLİYORUZ.
UNUTMAYIN ! SONUÇLARINIZIN SEBEPLERİ SİZSİNİZ.
kaynak :
"Dışarıda mucize arama , mucize sensin" sayfasından alıntıdır.

BİRŞEY SÖYLEMEK KOLAYDIR AMA ONU YAPMAK ÇABA GEREKTİRİR.
BAŞARMAK İSTEDİĞİN ŞEYİ , DİĞERLERİNE YAPMALARINI SÖYLEMEDEN ÖNCE , KENDİN YAPARAK GÖSTER.

8 Mayıs 2010 Cumartesi





Nereden başlarsan başla, gözlerinde göremiyorsan kendini

yeryüzündeki tüm papatyalar seviyor çıksada boşuna..

Papatyanın kopan yapraklarıyla kendini avutma...

Yakınlık dediğimiz şey, sadece iki beden arasında metreyle ölçülür bir uzaklık olsaydı, dünyanın hiç sonu gelmez, herkes yakınıı olduklarıyla cismen de yakın olurdu elbette. Fakat benim ‘yakın’ dediğim şeyin ne olduğunu sende iyi biliyorsun. Üstelik tam aksine, bazen iki beden arasında kim ler vardır ve bazen o kim lerin günlerce, belkide aylarca azalmayacağını bile bile yakın olursun biriyle. Hele arada mesafe olursa, bedeni yakınlığın tam tersine, birde özlemek eylemi girer devreye. Sadece ‘ yakının’ olarak değil birde özlenen olur o kişi. Yani yakın dediklerimiz aslında mesafelerle ölçülebilir değil , duygularla ölçülebilir ve karşılığında çekilmiş acıyla tartılır bir rasyonel kavramdır bana göre. Özlenen olur, beklenen olur, değerli olur, bazen neden kızdığımızı ve neden kırdığımızı bile unuturuz yakın olunca birbirimize uzaklıklarda. İşte tüm melese bu aslında, en uzaktayken yakın olabilmek… En uzaktakinin yakını olabilmekte…



Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.

Işığı gördüm, korktum.

Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.

Karanlığı gördüm, korktum.

Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...

Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.

Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunuöğrendim.

Zamanı öğrendim.

Yarıştım onunla...

Zamanla yarışılmayacağını,zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.

Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...

Sonra da her insanin içindeiyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.

Sonra güvenmeyi...

Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunuöğrendim.

İnsan tenini öğrendim.

Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...

Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.

Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.

Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.

Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.

Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.

Kendime yazıyı öğrettim sonra...

Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.Sonra dayanamayıp dönmeyi...

Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...

Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.

Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine inandım.

Düşünmeyi öğrendim.

Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.

Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...

Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...

Ve gerçeğin acı olduğunu...

Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da “lezzet” kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.

Olur ya ,kalp durur , akıl unutur ...

Ben dostlarımı ruhumla severim.

O ne durur, ne de unutur ...

MEVLANA

Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düsündü. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim dedi. Sonra düsündü; oh be kurtuldum en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez. Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve baba haritayı düzelttim, artık sinemaya gidebiliriz dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içinde kaldı ve bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk şöyle cevap verdi : Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ.

Okulda birinci sınıf ögrencileri, bir aile fotografı üzerinde tartışıyorlardı. Fotograftaki küçük çocugun saç rengi ailenin öteki bireylerinin saç renginden degişikti...Ögrencilerden biri o erkek çocugunun belki de evlat edinilmiş olabilecegini söyledi. Onun bu sözünü duyan başka bir küçük kız ögrenci, birden sesini yükseltti;- Ben evlat edinme konusunda her şeyi bilirim, çünkü bende evlatlıgım!...Arkadaşı sordu;- Madem biliyorsun, bize de anlatsana... Evlat edinilmek ne demektir...?Küçük kız ögrenci kendinden emin bir biçimde bilgisini özetledi;- Annenin karnında degil, yüreginde büyümüşsün demektir...

Mahkemede bir cinayet davası görülüyordu. Adamın katil olduğu hemen hemen kesindi, bunu gören davalı avukatının aklına bir aklına bir şeytanlık geldi."Bayanlar baylar. Hepinize bir sürprizim var" diyerek saatine baktı. "tam bir dakika sonra, müvekkilim tarafından öldürüldüğü iddia edilen kişi bu mahkeme salonundan içeri girecek."Bunun üzerine hakim, seyirciler, bütün kafalar mahkeme salonunun kapısına döndü. 1 dakika geçti ve hiçbir şey olmadı. Bunun ardından avukat:"Bakın " dedi. "Ortaya bu iddiayı attım ve hepiniz heyecan içinde kapıya bakıp 1 dakika boyunca beklediniz. Bu gösteriyor ki gerçekten ortada bir ölü olduğuna ve dolayısıyla müvekkilimin katil olduğuna sizler tamamiyle inanmış değilsiniz"Ve bu sözün ardından hakim kararını açıkladı ve adamı suçlu buldu. Avukat şok içinde:"Ama nasıl olur??? Az önceki gösteriden hepiniz etkilendiniz hepinizin kapıya baktığını gördüm!!!"Hakim:"Evet doğru hepimiz baktık."dedi. "ama müvekkiliniz bakmadı."

DOSTLUK ÇEŞİTLERİ


- Yüz yüze dostluklar vardır. Güneşle ayçiçeğinin dostluğu böyle bir dostluktur mesela. Ayçiçeği sabahtan aksama kadar hiç ayıramaz yüzünü güneşten...

- Uzak dostluklar vardır. Denizlerin ortasındaki bir adayla, dağların arasındaki bir göl, birbirlerinin uzak dostlarıdır. Dostluklarını gündüz kuşlarla, gece yıldızlarla iletirler birbirlerine... - Sessiz dostluklar vardır. Dilsiz bir adamla, duymayan bir başka adamın elleri arasında sessiz bir dostluk oluşur. Her şeyden konuşur sessizce bu eller...

- Uzun dostluklar vardır. İkindi güneşinin altında uzayan gölgeler birbirlerine kavuşurlar ve uzun boylu bir dostluk oluşur aralarında...

-Günün birinde ölen dostluklar vardır. Bir bahçe içindeki ahşap ev ile yanı başında duran ceviz ağacının dostluğu gibi... Bir gün kocaman elli adamlar ve kocaman gövdeli makinalar o bahçeye girip de, bir süre sonra evin ve ceviz ağacının yerinde asık suratlı binalar yükseldiği zaman ölen dostluklar...

- Vakitsiz dostluklar vardır. Bir peçete, bir kâğıt mendil vakitsizce dostu oluverir gözlerimizin... Ya da ayrılırken verilen bir dal karanfil ellerimize o anda gelen dostluktur...

- Bakımsız dostluklar vardır bir de... Zaten var, zaten dostuz deyip yıllarca bir telefonun, bir kaç cümlelik mektubun, bir mailin bile çok görüldüğü dostluklar...

HİÇ BİR DOSTLUĞUN BAKIMSIZ KALMAMASI DİLEĞIYLE………

Kalbime seyahat ettim bugün,

Beni kapıda karşıladı.

Sordu sual etti.

Daha önce hiç fark etmemiştim.

Sımsıcaktı kalbim, yumuşacıktı içi, "Aklın karışıkken bana uğra" dedi.

''Ben söylerim sana gerçeği ''Aklımın bilmediğini bilirmiş kalbim,

Duygularıyla sezermiş herşeyi.

"Kalp susarsa görmezmiş gözler"Kalbim söyledi.

Gezerken fark ettim kalbimi,

Acılar biriktirmişim içinde,

Yarım kalan mutluluklar, Savaşlar,

Üzüldüm haline,

Kalbimin içinde, kendi kendime.

Teselli etti beni.

"Üzülme" dedi çocukluğumu gösterdi,

Sevdiklerimi, hayallerimi anımsattı.

Umutlar yeşertti hiç yoktan.

Gülümsetti beni, onu ne kadar üzdüğümü unutarak.

Aslında kalabalıktı kalbim,

Kocamanmış meğer.

"Daha da çok sev" dedi bana,

"Yeter ki sen sev…"

Kızgınlık aklı bozar,

Hasetlik, iyilikleri bozar,

Hırs, hayayı bozar,

Üzüntü, sıhhati bozar

Sirke balı bozar.

Kötü huy, ahlakı bozar

uyanık ol...

Bir zamanlar bir köylü bir medresenin kapısını çaldı. Kapılara bakan talebe gelip kapıyı açtığında köylü ona nefis bir salkım üzüm uzattı. “Bunlar benim bağımın en güzel üzümleri. Size hediye olarak getirdim.” “Teşekkür ederim” dedi talebe. “Onları hemen hocamıza götüreceğim. İkramınızdan çok memnun olacaktır.”“Hayır, hayır” diye atıldı köylü. “Ben bunları sana getirdim.”“Bana mı?” Talebenin yüzü kızardı. Böyle güzel bir hediyeyi hak ettiğini düşünmüyordu.“Evet!” diye ısrar etti köylü. “Çünkü ne zaman bu kapıyı çalsam onu sen açıyorsun. Ne zaman ürünlerim kuraklıktan kırılsa, bana hergün sen yiyecek ekmek veriyorsun. İnşallah bu üzüm salkımı da sana güneş ışığı gibi ılık ve yağmur gibi güzel İlâhî rahmeti getirir. Çünkü, bak, ne güzel yaratılmışlar.”Talebe o sabahı üzüm salkımını tefekkür ederek geçirdi. Üzümler sahiden de harika yaratılmışlardı. O yüzden salkımı hocasına ikram etmeye karar verdi. Çünkü kendilerine ilim ve hikmeti öğreten oydu.Hoca, talebenin bu ikramıyla çok mutlu oldu. Ama sonra hemen medresedeki hasta talebesini hatırladı.“Üzümleri ona hediye edeyim. Kimbilir belki onlarla sevinir ve daha çabuk şifa bulur.”Düşündüğü gibi de yaptı. Ama üzümler hasta talebenin odasında da fazla kalmadı. Hasta talebe şöyle düşünmüştü:“Medresenin aşçısı beni günlerce en iyi yemeklerle besledi. Eminim bu üzümleri o daha çok hak ediyordur.”Aşçı ona öğle yemeğini getirdiğinde, üzüm salkımını ona hediye etti:“Allah’ın yarattığı sebze ve meyve gibi harikalarla en yakın olan sensin ve dolayısıyla da bu İlâhî sanat eseriyle ne yapılacağını en iyi sen bilirsin.”Aşçı üzümlerin güzelliğine hayran olmuştu. Bu üzümlerin güzelliğini ve harikalığını kimse kitaplardan sorumlu talebeden fazla takdir edemezdi. O, tefekkürüyle ve ince düşünüşüyle medresede şöhret kazanmış bir gençti.Üzümleri görür görmez en küçük şeyde bile İlâhî sanat ve nakışların en yüksek derecede yansıyabileceğini derinden kavradı o talebe de. Yüreği bu sanatın ve güzelliğin Sahibine sevgiyle doldu. Tam bu sırada, medreseye ilk geldiğinde kendisine kapıyı açan talebeyi hatırladı. Şefkatiyle, tevazuuyla, sevecenliğiyle, sıcaklığıyla benzer duyguları yaşamasına vesile olmuştu o arkadaşı da.Ve böylece daha akşam olmadan, çiftçinin medreseye getirdiği üzüm salkımı kapıya bakan talebeye geri dönmüştü bile.İşte o zaman bu talebe bu üzümlerin gerçekten de kendi kısmeti olduğunu anladı. Ve bir şeyi daha anladı. Cömertlik dostluğun en parlak bir nişanıydı.

Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok etkilenmiş, büyük kayıplar vermişler. Ama en çok kayıp veren kirpilermiş. Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok, kendilerini sıcak tutması zor olan dikenleri var. Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış,çözüm aramaya başlamış. Tartışa tartışa,nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına,birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş. Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak,aralarındaki hava tedavülünü önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış. İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler. Ama başka bir problem çıkmış ortaya. Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalar gerçekleşmiş. Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu seferde donmalar meydana gelmiş. Ne var ki, her gece kah uzaklaşa kah yakınlaşa, deneye yanıla birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın,ancak birbirlerini incitmeyecek kadar uzak durmayı öğrenmişler.

KISACA ;

Bizim de uzun dikenlerimiz var. Bunlar hayata karşı filtrelerimiz. Bazen faydalı,bazen de zararlı. Çoğu zaman,kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza. Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza. Ne var ki, sıcaklık ancak yakınlaşmakla mümkün. Birbirini incitmeyecek kadar uzak,hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz.

7 Mayıs 2010 Cuma


Sular yükselince, balıklar karıncaları yer. Sular çekilince de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmesin. Çünkü kimin kimi yiyeceğine "suyun akışı" karar verir

SHAKESPEARE DİYOR Kİ:

"İnsanların çoğu sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için.Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için."

Su gibi yaşatıcı ol; Sel gibi yıkıcı , sürükleyici ve öldürücü değil! Sen bir su ol. . . Ama rahmet ol; Afet değil ! Vadiler varken önünde ve ovalar varken, yayılabileceğin; Küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, hayat verirsin çevrene. . . Ve yaşayabilirsin dünya dönmesine devam ettiği müddetçe ! Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen; korkulan ve kaçılan olursun, seller ve afetler gibi. . . Tercih elindeydi hep ve hep de senin ellerinde olacak ! Ya tutmayı öğreneceksin dilini veya hiç durmadan konuştuğun için, Sadece bomboş ve anlamsız sesler çıkartan birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara !
Bu gerçek, ilham vericidir. F akat genişletilmiş bir farkında oluş içinde yaşama sorumluluğunu da içinde taşımaktadır. Bu yüzden kendi gerçekliğini beden ve kişilik ile dar kapsamlı özdeşleşmesine borçlu olan ego tarafından reddedilir. Y ani bu kısım , fıkralarda da söylendiği gibi, hem iyi, kötü haber içeriyor. İyi haber, tabii ki, isteyebileceğimiz her şeyi kendimize doğru çekmemizi sağlayacak sonsuz gücün emrimizde olmasıdır. K ötü haber ise, bencilce davranıp sadece kendimiz için bir şeyler istediğimiz oranda, bu güçle olan bağlantımızında azalacağıdır.Çünkü Bilincimizin gidebileceği iki yön vardır. B ir tanesi genişleme yönündedir. D iğeri ise daralmaya doğrudur. G enişleme potansiyelimizin herhangi bir sınırı yoktur. Biz zaten Bütünün parçalarıyız. Aynı zamanda daralma konusundaki potansiyelimizde sınırsızdır. Daralma bilinci kendi içimize doğru çökmemize sebep olur.

“ Hepimiz tek kanatlı melekleriz; yalnızca birbirimize sarılarak uçabiliriz.” Kadın ya da erkek, bizler birbirimize göstereceğimiz hoşgörümüz ve sevgimiz kadar büyüğüz.

6 Mayıs 2010 Perşembe


Susarız…
Hassas ve kırılgan bir tepkidir…Küçücük bir hatırlatmadır belki…Fark edilmesi ve onarılması incelik ister…Ya yeniden bir kazanıştır yada aleyhte bir delil olarak kalır karşımızdaki için…
Susarız…
Bir ilişkide negatiflerin gözümüze batmaya başladığı, karşımızdakine ait aleyhte deliller dosyasının kabarmaya başladığı ve hatta dosyayı masanızdan kaldırmaya gerek duymaz olduğunuz bir noktadasınızdır…Bir duruş, bir soluklanmadır susmak…Ortak geçmişin değerlendirilmesi ve geleceğin muhasebesidir…Durup yeniden, şimdi bulunduğunuz noktadan bir daha bakmak istersiniz yaşananlara ve eldekilerle geleceğe gitmenin ne kadar mümkün olduğuna…Bir içe kaçış ve söylenemeyenlerin biriktirilmeye başladığı yerdir susmak…
Susarız…
Ayağımız yerden kesilmiş, bulutların üstündeyizdir ve çiçek çiçek bahardır yüreğimiz…Sevdiğimizle yan yana ve can canayızdır…Öyle bir ruhsal bütünleşmedir ki hiçbir söz tanımlamaya yeterli gelmez hissedilenleri ve susarız…Sadece yüreklerin ve gözlerin konuştuğu yerdir suskunluğumuz…
Susarız…
İletişimin tıkandığı yerdeyizdir, hiçbir iletinin bize yeterli gelmediği ve hiçbir iletimizin doğru algılanmadığı…Yanlışlıklar, yanılgılar ve kim bilir belki de gerçeklerdir bir fırtınaya tutulmuşçasına savrulup duran…Sözler yerini sessizliğe bırakmaya başlar ve siyah, tek nokta konur cümlelerin sonuna…Zamanla cümlelerimizin sonuna konan o tek ve siyah nokta büyüyerek bir kara deliğe dönüşmeye başlar…Güven ve sevginin içten içe çürümeye başladığı yerdir ve gitmek zamanının ertelenmiş halidir susmak…
Susarız…
Kabul edilmiş bir hata yada suçtur susuşumuz ve söylenecek her söz kaybetme riskidir…Korku eşlik eder suskunluğumuza…
Susarız…
Bir gidişi kabullenmektir susmak, yerinde ve zamanında olduğunun ayırdımında olduğumuz bir gidişin…
Susarız…
Hayata karşı bir susuştur bu kez yaşanan…Bizi can evimizden vuran bir kayıp, yaşanan büyük bir acı, ölesiye bir çaresizliktir yaşadığımız…Söylenecek hiçbir sözümüzün adrese teslim olmayacağından emin olduğumuz, bütün sözcüklerin anlamını yitirdiği bir yerdeyizdir…Hayatın bize bir şey katamadığı ve bizim de hayata bir şey katmak için anlamımızı kaybettiğimiz bir yer…Belki de boş gözlerle, algılamadan bir seyirdir hayat o noktada ve belki de amacı ve beklentisi olmayan, bir mesaj kaygısı taşımayan ve hedefi olmayan tek susuştur yaşadığımız… Susmak; eylemsiz ve durağan bir edim gibi görünse de her susku bir şey anlatır yine de ve her suskunun bir nedeni vardır ve her susku içinde pek çok sesi hapseden sessiz bir eylemdir…

İki şey “Kalitesiz İnsan”ın özelliğidir:
1- Şikayetçilik
2- Dedikodu

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek

İki şey yanlış yapmanı engeller:
1 – Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek
2- Hak yememek

İki şey kişiyi gözden düşürür:
1- D...emagoji (Laf ...kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)

İki şey insanı “Nitelikli İnsan” yapar:
1- İradeye Hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak

İki şey “Ekstra Değer” katar:
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek

İki şey geri bırakır:
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik

İki şey kaşif yapar:
1- Nitelikli çevre
2- Biraz delilik

İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1- Baskın yeteneği bulmak
2- Sevdiğin işi yapmak

İki şey başarının sırrıdır:
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek
2- Kendini güncellemek

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır:
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek

İki şey gelişmeyi engeller:
1- Aşırılık (mübağala, abartı, ifrat, tefrit)
2- Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir:
1- Tebessüm (gülümseme)
2- Sükut (susmak)
MUTLULUĞUN RESMİ
Bugün; bütün ağaçlar yüreğimdeydi.
Bütün çiçekler gözlerimde.
Güneş, ışıklarını dudaklarıma kondurmuştu.
Neydi kanımı kaynatan bu güzelliğin adı?
Mutluluk muydu?
Bugün,ne varsa hüzünden yanadenize fırlattım az önce.
Sanki beklermiş gibi hepsini,hop hop hoplatıverdi dalgalarında.
En güzel maviliğiyle oynaşıp durdu.
"Bak" dedi "fırlattığın hüzünlerine...
İşte; onların bendeki hükmü sadece bu!"
Sonra, şakalaşırcasına bir kaç tuzlu damlasını sıçratıverdi yüzüme.
Gülümsedim mahcup mahcup,onun bu neşesine...
Duruldu.Bir deniz yıldızı bıraktı avuçlarıma.
Yoksa mutluluk bu muydu?
Herkes kalabalıkken,içimdeki yalnızlığı alıp, gidiverdi sihirbaz martılar!
Bir de arkasından o bildikşen kahkahalı bağırışmalar!
Hiç bu kadar güzelini görmemiştim.
Beyazmış meğersebeni, onlarla bütünleştiren mucize!
Kanat çırpa çırpa, yüreğimdeki isyanları uçurdular...
Yaşamaktan aldığım tad; işte buydu!
Yoksa mutluluk bu muydu?
"Sen mutluluğun resmini çizebilir misin?"
Evet... Adım İNSAN...
Ya, tabii ki, çizerim!
Az önce;ağaç oldum,çiçek oldum,güneş oldum,
deniz oldum,martı oldum,ölümsüzleştim...
Meğerse, hep yanıbaşımdaymışbu güzel resim!
Ben çizdim.
Adı umudum'du!
Yoksa tüm umutlarımbeni hiç terketmeyen mutluluğum muydu?
Mutluluk,hepimize sadece kendi çizdiğimiz resimlerve uzaklıklar kadar yakındır!